- +90 (258) 265 32 64
- bilgi@drhasandogan.com
Metabolizmada, her an binlerce metabolik reaksiyon olmakta ve bu metabolik reaksiyonların yıkım ürünleri, açığa çıkan toksinler, serbest oksijen radikalleri vücudun arınma mekanizmalarında öğütülmekte ve organizma temizlenmektedir.
Vücudumuz detoks mekanizmalarını çok iyi bilir ve uygular. Ancak petrokimya sanayinin gelişimine parelel olarak doğal hayatın ağır metallerle ve toksinlerle zehirlenmesi sonucu, vücudumuzun baş edemeyeceği kadar güçlü toksinlere ve toksik bir yaşama maruz kalmaktayız. Besin katkı maddeleri, sanayi artıkları, çözücü eritici kimyasallar, petrol ürünleri, temizlik malzemeleri, formaldehit, tolüen, benzen gibi toksinlerin yaşamımızla iç içe geçmesi sebebiyle, yaşamımız detoksifikasyon için tıbbi yardıma ihtiyaç duyar hale geldi. Karaciğer detoksifikasyonda çok önemli olan karmaşık bir organdır.
1-Kan fitrasyonu
2-safra oluşumu
3-Evre-I detoksifikasyon reaksiyonları(Sitokrom P450 sistemi üzerinden olan nötralizasyon zinciri )
4-Evre-II detoksifikasyon reaksiyonları( Glutatyon sistemi üzerinden olan eliminasyon eylemleri) karaciğerde cereyan eden süreçlerdir. Glutatyon önemli bir detoksifikasyon zinciridir. C-Vitamin desteği Glutatyon düzeyini artırır ve anti-oksidan etki yapar.
Deve dikeninden elde edilen flavanoid komplexi olan Silimarin, karaciğer detoksifikasyonuna yardımcı olan önemli bir fitoterapötik ajandır. Alerjik reaksiyon diyerek ilaçlarla tedavi etmeye çalıştığımız klinik durumların çoğu, kolonhidroterpi, detoksifikasyon, şelasyon tedavisi, ağır metal eliminasyonu, ozon tedavisi, nöralterapi, homeopati ile tedavi edebileceğimiz durumlardır.
Aşırı yüklenmiş bir organizmada toksin birikimi klinik olarak aşağıdaki şekilde kendini gösterebilir.
1-Sedef hastalığı
2-Akne
3- Sürekli baş ağrısı
4-İltihaplı hastalıklar ( fronkül, abse, karbonkül, reaktif artrit v.s.)
5-Otoimmun hastalıklar
6-Kronik yorgunluk sendromuSağlıklı bir arınma yönteminden sonra bu klinik durumlar düzelir. Aksi takdirde baskılayıcı ilaçlar kullanmakla, sorunu çözmek yerine ötelemiş oluruz.Vücudumuzda biriken ağır metaller:Kurşun, civa, kadminyum,arsenik, nikel ve aliminyum en sık maruz kaldığımız ağır metallerdir. Ağır metaller beyin, böbrek ve bağışıklık sisteminde yığımlanma eğilimindedirler. (1) 1-Passwater R.A. and Cranton E.M. “Trace elements, hair analysis, and Nutrition” New Canaan, CT:Keats, 1983
Ağır metal birikiminin ilk belirtileri belirgin değildir. Genellikle başka durumlara mal edilirler.
Erken belirtiler: Baş ağrısı, yorgunluk, kas ağrıları, hazımsızlık, ürperme, kabızlık, kansızlık, solukluk, baş dönmesi ve koordinasyon bozukluğudur. Pek çok araştırmada çocukların dikkat eksikliği sorunlarında ağır metal birikimi suçlanmıştır. (2) 2-Pihl R. and Parkers M. “ Hair element Content as a Predictor of Learning Disabled Children” Sicence 198, page 204-6, 1977
Modern yaşamın iş kollarının bazılarında, ağır metale maruz kalma ihtimali daha barizdir. Pil, akü yapanlar, benzin istasyonları çalışanları, matbaacılar, motor tamircileri, lehimciler, dişçiler ve mücevher işlerinde çalışanlar ağır metal birikimine daha sık maruz kalırlar. Zehirli maddelerin barsaktan emilimini azaltmak için lifli gıdalarla beslenme tavsiye edilir. Bu lifler, sebzelerde, yulaf kepeğinde, pektin ve reçinelerde bulunur. Saçın mineral analizi sonucu ağır metal yüklenme miktarı anlaşılır. 10 kilodan fazla kilo almak, Diyabet , Safra taşı , Yüksek miktarda alkol kullanımı, Sedef hastalığı, Doğal ve sentetik steroid kullanımı, östrojen ve OKS kullanımı, Belli kimyasallara ve ilaçlara uzun süre maruz kalmak, Viral hepatit durumlarında ağır metal yüklenmesi göz ardı edilmemelidir.
KARACİĞER VE KANI ARITMA SİSTEMİ:
Karaciğerin detoksifikasyon sürecindeki ilk görevi: Karaciğer, dakikada yaklaşık 2 litre kan süzer. Zehirlerden arındırır. Kalın barsaktan portal sistem aracılığıyla karaciğere gelen toksinleri elimine etmesi bu süzme eylemi sonucudur. Kolondan gelen bu kan endotoksinler, antijen-antikor kompleksleri ve bir çok başka zehirli madde yüklüdür. Düzgün bir karaciğer kanı yeniden sisteme aktarmadan önce toksinlerin %90 ını temizler. Ancak karaciğerde sorun varsa bu süzme işlevi çöker.
Karaciğerin detoksifikasyon işlevinin ikinci aşaması safra sentezlenmesi ve salgılanmasıdır. Karaciğer günde yaklaşık 1 litre safra üretir. Barsaklara giden safra ve toksinler lifli gıdalar tarafından emilir ve atılır. Ancak lifli gıdalarla beslenmiyorsa bu toksinler barsaktan atılamayıp absorbsiyon yoluyla tekrar sisteme alınır. Safranın bir diğer faydası, barsaktaki yağ ve yağda çözünen vitaminlerin emülsifikasyonlaştırıp emilimlerini kolaylaştırmaktır.
Karaciğerin detoksifikasyondaki üçüncü rolü Sitokrom P450 sistemiyle, toksinleri nötralize etmesidir. Sitokrom P450 sistemi, 100 kadar enzimden oluşur. Her enzimin belirli tip kimyasallara afinitesi vardır. Bazı insanlarda bu sistem çok aktif iken bazılarında daha az çalışır durumda olmaktadır. Sitokrom P450 sistemleri iyi çalışanlar, yıllarca sigara içerken vücutları bu sigara toksinlerini rahatlıkla bertaraf edebilmektedir. Ancak Sitokrom P450 sistemleri daha az çalışanlar birkaç on yıl sigara içmekle akciğer kanserine yakalanmaktadırlar. Yani bu sistemin çalışıp çalışmaması, kronik hastalıklara ve kansere yakalanma riskimizi belirlemektedir. Sitokrom P450, nötralizasyon işlemiyle, toksinleri suda çözünen yan ürünler haline getirirse böbrekle atılım daha kolay olacaktır. Ancak serbest radikallere dönüştürürse , bu serbest radikallerinde derhal anti-oksidan sistemlerle nötralize edilmesi gerekmektedir. O aşamada ise Karaciğerin detoksifikasyondaki dördüncü aşaması devreye girecektir. ( Şekil :1. Karaciğerde Detoksifikasyon işlemleri)
Dördüncü aşama Glutatyon sistemidir. Bu sistem sistein, glutamik asit ve glisin den oluşan üç aminoasitli küçük bir peptiddir. Şelasyon yaparak toksinleri bağlar. Çoğu kimyasal atıklar, ağrı metalar, çözücüler, böcek ilaçları yağda çözünürler. Bu nedenle atılımları çok zorlaşır. Bedenin yağda çözünen bileşikleri atmasının ilk aşaması safrayla atmasıdır. Ancak safrayla atılan toksinlerin %90 ı tekrar emilmektedir. Yağda çözünenleri, Glutatyon yardımıyla bağlayarak, merkaptat denilen suda çözünen forma getirir. Böylece atılım sağlanır. Sitokrom P450 ile Glutatyon sistemi arasında hassas bir denge var. Bu dengenin bozulması terazinin diğer tarafının ağır gelmesine organizmanın o kısmında aksama olmasına yol açar.Sitokrom P450 sisteminin sadece karaciğerde değil, vücudun başka dokularında ve hatta beyin dokusunda da bulunduğu iddia edilmektedir. Alzeimer ve Parkinson hastalıklarında bu sistemin görev yapmadığı suçlanmaktadır. Sitokrom P450 sistemine yardımcı olacak besinler: Bakır, Magnezyum,Çinko, C-Vitamini ile Sitokrom P450 sistemi desteklenmelidir.Ancak Glutatyon sistemi iyi çalışmayan bir hastanın Sitokrom P450 sistemini uyarmak doğru değildir. Çünkü bu iki sistem birbirini tamamlayıcı ve destekleyici olarak çalışırlar. İkinci aşamada görevli olan Glutatyon sistemi çalışmazsa, Sitokrom P450 nin ürettiği yan ürünler ortamda birikir ve karaciğer ciddi zarar görür.
Sitokrom P450 yi aktive eden maddeler:
İlaçlar: Alkol, Sigara dumanındaki nikotin, Fenobarbütal, Sülfonamidler, Steroidler
Besinler: Lahana, Brokoli, Brüksel lahanası, Kömür ızgarasında pişirilmiş etler (yüksek oranda zehirli bileşenleri sebebiyle) Yüksek protein diyeti, Portakal ve mandalina
Vitaminler: Niyasin, Riboflavin, C-Vitamini
Bitkiler: karaman kimyonu, dereotu tohumu
Çevresel toksinler: Karbon tetraklorid, Egzos dumanı, Boyalardan çıkan gazlar,Böcek ilaçlarıBesinlerden, Lahanagiller ailesi hem Sitokrom P450 hem de Glutatyon sistemini uyarır. İndol-3-karbinol içerirler. Bu molekül hem karaciğerde hem de barsakta detoksifikasyon sağlayan bir anti kanser kimyasalıdır. (3) 3-Beecher C.W.W. “ Cancer preventive properties of varieties of Brassica oleracea: A review” Am J Clin Nutr 59,(suppl) page: 1166s-1170s , 1994
Portakal,Mandalina ,Karaman kimyonu ve dere otu tohumu Limonen içerirler. Limonen deney hayvanlarında antikanserojen olduğu saptanan bir fitokimyasaldır. (4) 4-Crowell P.L. and Gould M.N. “Chemoprevention and Therapy of Cancer by d-Limonene “ Critical Rev Oncogenesis 5 , page 1-22 1994Ancak greyfurtta bulunan Naringenin maddesi genel bilgilerimizin tersine sitokrom P450 nin gücünü %30 oranında azaltmaktadır. Yüksek oranda ilaç kullanıyorsanız greyfurt kullanmamanız gerekir.
Sitokrom P450 sistemini inhibe edenler:
İlaçlar: Benzodiazepinler, Antihistaminikler, simetidin ve mide salgısını önleyen ilaçlar, ketakonazol, sülfanfenazol
Besinler: Greyfurt suyundaki Naringenin, Zerdeçal baharatındaki Kurkumin, Acı kırmızı biberdeki Kapsaisin, Karanfil yağındaki Öjenol
Diğerleri: Yaşlanma, barsaktaki patojen bakterilerden üreyen toksinler.Hint safranına sarı rengi veren bileşik olan kurkumin, Sitokrom P450 yi baskılarken, Glutatyon sistemini aktive eder. Bu etkisi kanser önlemede çok yararlıdır. (5 ) 5- Nagabhushan M, and Bhide S.V. “ Curcumin as an inhibitor of Cancer” J.Am Coll Nutr 11 page:192-198, 1992
Sigara içen veya sigara dumanına maruz kalanların ana bileşeni zerdeçal olan köriyi kullanmaları oldukça faydalıdır. Ayrıca günde 500 mgr C.vitamini takviyesinin, Glutatyon sistemini önemli derecede güçlendirdiği çalışmalarla saptanmıştır.
Sitokrom P450 sisteminin iyi çalışması ve için önerilen besinler: Lahanagiller (lahana, Brüksel lahanası, brokoli), B-vitamininden zengin besinler (mayalı besinler, tam tahıllar), C-Vitamininden zengin besinler ( Biber, lahana, domates) Trunçgiller ( portakal, mandalina) (Greyfurt pek önerilmiyor.)
KARACİĞER DETOKSİFİKASYON SİSTEMİNİ DESTEKLEMEK İÇİN TAMAMLAYICI TIP YÖNÜNDEN TEDAVİ PROTOKOLÜ:
Beslenme: Sağlıklı bir karaciğer için aşağıdaki 3 şeyden uzak durmanız gerekir:
1-Doymuş yağlar
2-Alkol
3-Rafine şeker
Yağ oranı yüksek olan bir diyet kolestaza neden olur. Ancak lif oranı yüksek olan bir diyet, safra salgısını arttırır.
Karaciğeri koruyan gıdalar şunlardır:
1-Yüksek sülfür içeren gıdalar: Sarımsak, baklagiller, soğan ailesi, yumurta
2-Suda çözünen lifli gıdalar: Armut, yulaf kepeği, elma , baklagiller
3-Lahana ailesi: Brokoli, Brüksel lahanası, lahana
4-Enginar, pancar, havuç, karahindiba, pek çok yeşil yapraklı ve baharatlar( zerdaçal, tarçın ve mayan kökü)
Ortomoleküler tıp yaklaşımıyla mineral ve vitamin takviyeleri verilmesi önemlidir. Bakır, Magnezyum,Çinko, C-Vitamini ile Sitokrom P450 sistemi desteklenmelidir.
Nöralterapinin bir organın ve sistemin çalışması üzerindeki etkisi hayati önem arzetmektedir. Bir organın özellikle karaciğerin, gerek segmental, gerekse gangliyon çölyak üzerinden uyarılması, karaciğer segmentiyle ilişkili olabilecek bozucu alanların regüle edilmesi organın daha aktif ve düzenli çalışmasına destek verecektir.
Fitoterapi bakış açısıyla: Karaciğer dostu olan Silimarin in destek ürün olarak risk gruplarına verilmesi, önemlidir. Silimarin , C ve E vitaminlerinden kat kat daha güçlüdür. Glutatyon sistemini %35 gibi yüksek bir oranda artırmaktadır. Glutatyon sistemi ne kadar güçlüyse karaciğerin detoksifikasyon etkisi o kadar güçlüdür. Kanserden koruma, toksinlerin dokuya zarar vermesinden koruma, sirozdan koruma ve alkolun zararlarından korunma , konusunda Silimarin altın değere sahip bir moleküldür. Rowacholl gibi karaciğer ve safra sistemleri üzerine etkili drogların 3 ay gibi bir zaman diliminde kullanılması önemlidir.Dokudan ağır metallerin eliminasyonu için Almanya Gissen Üniversitesi Tamamlayıcı Tıp Kürsüsünden Prof . Dr. Hergert ve Prof.Dr. Hüseyin Nazlıkul un önerdikleri fitoterapötik ajanlarla şelasyon tedavisi bu aşamada önemlidir. Bir yosun derivesi olan Chlorella ve Coriander’in (Kişniş Tohumu) günde 3 defa kullanılması ve bu tedavinin 6 ay devam etmesi önemlidir.Ayrıca sağlıklı bir barsak florası için gayta analizi, besin alerjisi testi önerilmektedir. Candida hakimiyeti olan bir kolonda mutlaka Probiotikler ve Dida kullanılması önerilmektedir.Haftada 1 veya 2 doz rektal ozon uygulanması ve 5 gün arayla 3 defa kolonhidroterapi yapılması, tamamlayıcı tıp disiplini içerisinde hastalarımıza sunacağımız mükemmel bir koruyucu hekimlik hizmetidir.Bu tedaviler mutlaka hekim tarafından yapılmalıdır. Hekim denetiminde yapılmalıdır. Tek başına bu uygulamalardan herhangi birinin hekim bilgisi dışında kullanılmasının, bir anlamı olmadığı gibi, sakıncalı sonuçlar doğurduğu da bilinmektedir.
[/vc_column_text][vc_column_text]
Nöralterapiyi bu 3 kelime ile açıklamayı deneyeceğim. Algolojidir. ( Ağrı ile uğraşan bilim dalı), Detoksifikasyondur. (Toksinlerden arındırma), Regülasyondur. ( Sağlığımızın düzeni ve dengesi üzerinde olumsuz etkiler yapan bozucu alanları, etkisizleştirme ve organizmanın yeniden denge kurması) ve/veya bunların toplamı olan bir tedavi yöntemidir. Tek tek organlarla uğraşmaktan ziyade , bütüncül yaklaşımla tüm vücutla ilgilenir. Sistemimiz içinde olan tamir ve iyileşme yeteneğini aktive eder. Bu tamir (regülasyon) mekanizmasını bozan ya da zora sokan sorunları bir dedektif mantığı ve sabrı ile arar ve bulur ve ortadan kaldırır.
Vücudumuzu saran 500.000 km olan sinir ağı, tam bir network gibi çalışır. Bu Nörovegetatif sinir sistemimizdir. Kalbimizin ritmini, gücünü, çalışmasını, denetlediği gibi, sindirim sistemimizi, hormonlarımızın ritmini,çalışmasını, vücut ısımızı, duygularımızı, aktivitelerimizi yöneten sistemimiz Nörovegetatif sistemdir. Nöralterapi bu sistemi tamir eder. Sistemde tüm organizmayı tamir eder. Bu nedenle Nörovegetativ sistemde sıkıntı yaratan sorunlara çözüm arar. Enjeksiyonla, %1 lik Lokal anestetik ilaç kullanarak, sorunlu organdaki Nörovejetativ sonlanmalara, gangliyonlara, Medullaspinalis veya santral sinir sistemiyle alakalı(karanial sinirler gibi) noktaların, bozucu alanların ( çürük diş, aşı skarı, ameliyat skarı) %1 lik lokal anestetik ile yıkanması ve bloke edilmesi tekniğine dayalı bir tedavi yöntemidir.
OTONOM GANGLİYON NEDİR?
Sinirlerimizin üzerinde kontrol yeteneğine sahip sinirlerin direk bağlı oldukları sinir yumaklarıdır.( elektirik trafosu gibi düşünebilirsiniz) Burada somatik ve otonomik sinirler söz konusudur. Somatik sistem istemli ve bizim kontrolümüzde olan hareketleri düzenler ve yönetir. Otonom sinir sistemi ise istem dışı hareketlerimizi,kalbin çalışmasını , bağışıklık sistemimizi, hormonlarımızın salınım dengesi, bir yerimiz yaralandığında ona tamir emiri veren yaşamsal sistemimizi, koku almamızı, kan basıncımızı, duyularımızı,vücut ısısını,sindirim sistemimizi, solunum sistemizi düzenler ve yönetir. Nöral tedavi ile otonom sinir sisteminin(Nörovejetativ sistem ) bu hayati etkilerini tedavi etmekteyiz.
NÖRAL TEDAVİ NASIL ÇALIŞIR?
Dr Ferdinand Huneke, hastalanan organların üzerinde olumsuz etki yaratan bozucu alanlar olduğunu fark edince, hasta organ ile bu bozucu alan( çürük bir diş, bir yara izi v.s) arasındaki bağlatının Nörovejetativ sistemin taşıdığı olumsuz uyarılardan kaynaklandığını görür ve bu süreci tersine çevirmek için Nöral tedavi uygular. Ayrıca sistemimiz üzerinde çok etkisi olması nedeniyle hormonal sisteme yapılan uyarıların yaşamsal etkisi vardir. Hipofiz, tiroid, böbrek üstü bezine yapılan enjeksiyonlar tedavide çok etkilidir. En fazla bozucu alan yaratan problemler, tonsil enfeksiyonları, sorunlu dişler, amalgam dolgular, ameliyat ve yara izleri, sünnet, erken çocukluk döneminde aldığımız kayıtlar( aile içi kavgalar, çocukluk hastalıkları,duygusal ve ruhsal travmalar, taşınan olumsuz duygular gibi) önemli bozucu alanlardır. Nöral tedavi ile bunlar düzenlenir.
NÖRAL TEDAVİ HANGİ HASTALIKLARDA KULLANILIR?
Aslında tüm hastalıklara Nöral tedavi ile yaklaşmak mümkün.
1-Baş ağrısı
2-Migren
3-Allerjiler
4-Konfüzyon
5-Vertigo
6-Yüksek Ateş
7-Optik Nörit
8-Astım
9-Kronik Ağrı
10-Tonsillit
11-Kronik yorgunluk
12-Karaciğer sorunları
13-Menstral Ağrılar
14-Sinüzit
15-Kronik Enfeksiyonlar
16-Adet düzensizlikleri
17-Safra Kesesi Hastalıkları
18-Ekzema
19-Romatoid Artrit
20-Lupus
21-Artritler
22- Kronik Dejeneratif Hastalıklar
23- Fibromyaljia Romatika
24-Omuz artrozu
25- Eklem ve kas ağrıları
26_Bel ağrıları
KRONİK AĞRILAR NASIL GEÇİYOR?
Bilimsel araştırmalar Kronik ağrıların Nörovegetatif sistem aracılığı ile taşınan süregen bir uyarandan kaynaklandığını göstermektedir. Nöral tedavi ile bu sorun düzenleniyor. Nörovejetativ sistem artık o uyarıyı taşımayınca ağrı otomatik olarak ortadan kalkıyor .[/vc_column_text][vc_column_text]
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NASIL GÜÇLÜ HALE GETİRİLİR
Bağışıklık sistemi organizmanın en karmaşık ve büyüleyici prensipleri olan sistemdir. Ana görevi vücudu enfeksiyon ve kanser oluşumuna karşı korumaktır. Klasik tıpta genellikle önemi dikkate alınmaz. Klasik tıp bağışıklık sistemini güçlendirmeye odaklanmak yerine, enfeksiyon ve kanser oluştuktan sonra devreye girmeye odaklanmıştır. Yılda 2 den fazla grip nezle olunuyorsa, kronik bir enfeksiyon taşıyıcısı iseniz, sık sık aft ve genital herpes lezyonu oluyorsanız, lenf bezleriniz arada şişiyor ve ağrıyorsa. … Bağışıklık sistemi alarm veriyor demektir.
Bağışıklık sistemi:
1-LENF, LENF DAMARLARI VE LENF BEZLERİ:İnsan vücudunun altıda biri doku aralığı (interstisiyel) alandan oluşur. Bu alandaki sıvı interstisiyel sıvıdır. Pschinger bu alanı ve burada sonlanan sinir, damar, kas, tendon, kemik,organ bağlantılı sistemleri ve doku aralığı fibronektin, glikoprotein, Proteoglikanlar ve tüm yapıyı temel madde olarak tanımlamıştır. Buradaki sıvı lenfatik sistem tarafından taşınır, temizlenir, toksinler elimine edilir ve venöz sisteme dahil edilir.Lenf sistemine taşınan metabolik atıkler ve enfeksiyon etkenleri lenf nodüllerinde detoksifiye edilir ve filtrelenir.
Filtreleme işleminde önemli görev sahibi makrofajlardır. Lenf bezlerinde yer alan B-Lenfositler, virus, bakteri, maya gibi yabancı organizmaların varlığına karşı antikor üretmekten sorumludurlar.
2-TİMUS: Timus çocukluk döneminde oldukça büyüktür. Tiroid bezinin hemen altında yer alır. Yaşla birlikle anatomik büyüklüğünde önemli küçülme olur.Sık enfeksiyon geçiren ve genelde kronik bir hastalığı olanlarda timus fonksiyonları zayıftır.Timus, hücresel bağışıklıktan ve T-Lenfositlerin üretiminden sorumludur.
Hücresel bağışıklık: Mantarların, mayaların(Candida Albicans v.s), bakterilerin, parazit ve viruslerin neden olduğu enfeksiyonlara karşı direnç göstermekten sorumludur. Ayrıca hücresel bağışıklık, kanser, romatoid artrit gibi hastalıklar ve alerjilerde kritik sorumluluk taşır. Timus bezi , timozin, timopoetin ve serum timik faktör gibi önemli bağışıklık sistemi düzenleyicileri olan hormonları salgılar. Timik hormon düzeyleri yaşlılarda, enfeksiyona yatkın olanlarda ve kanser hastalarında düşüktür.
3-DALAK: Vücuttaki en geniş lenfatik doku kütlesidir. Yaklaşık 200 gr ağırlığında ve yumruk büyüklüğündedir. Asıl görevi lökositleri üretmek, bakteri ve hücresel atıkları parçalayıp yutmak, işlevi bitmiş eritrosit ve trombositleri yok etmektir. Dalak diğer taraftan kan deposudur. Ani bir şokta depoladığı kanı sisteme vererek şoku önler. Tuftsin ve splenopentin dalağın salgıladığı iki proteindir.
4-LÖKOSİTLER: Nötrofil, Eozinofil, Bazofil, Lenfosit, Monositler organizmanın savunmasından sorumlu, önemli lökositlerdir.Nötrofiller:Bakteri, kanser hücresi ve tanecikli ölü maddelerin aktif olarak fagositozundan sorumludurlar. Özellikle bakteriyel enfeksiyonların önlenmesinde aktif görev sahiibdirler.Eozinofil ve Bazofiller: Özellikle alerjik durumlarda antijen-antikor kompleksini parçalayan histaminleri ve diğer inflamatuar bileşikleri salgılarlar. Alerjik mekanizmaları desteklerler.
5-LENFOSİTLER: T-lenfositler: pek çok bağışıklık işleminde önemli rol oynarlar. Yardımcı T lenfositler diğer bağışıklık sistemi hücrelerine yardım ederler. Supresör T lenfositler, diğer lökositlerin işlevlerini baskılarlar. Sitotoksik T-lenfositler ise kanser hücrelerine, metabolik atıklara ve mikroorganizmalara saldırıp onları yok ederler. AIDS de yardımcı hücrelerin supresör hücrelere oranının azalması ciddi bir bulgudur. Eğer yardımcı hücrelerin supresörlere oranı yüksekse alerji, romatoid artrit ve otoimmun bir patoloji vardır.
B-lenfositler: Antikor üretiminden ve alerjiye karşı doku cevabından sorumludurlar.Doğal öldürücü lenfositler: Kansere karşı vücudun ilk savunma hattıdır. Kronik yorgunluk sendromu, kanser ve kronik viral hastalıklarda doğal öldürücü t-lenfositlerin oranları ve aktiviteleri azalmıştır.
Monositler: Vücutta çöp toplama işini üstlenmişlerdir. Pek çok savunma reaksiyonunu tetikleme görevleri vardır.
Makrofajlar: Lenf sıvısı makrofaj denilen bu özel hücrelerce filtrelenir. Makrofajlar aslında karaciğer, dalak ve lenf bezlerine yerleşik özel monositlerdir. Bu büyük hücreler fagositoz yaparak kanser hücrelerini, mikropları, metabolik atık zararlılarını yutarlar.
Mast hücreleri: Kan damarları boyunca yerleşirler. Bazofiller gibi mast hücreleri de histamin ve alerjik reaksiyonlarda yer alan diğer bileşenlerin salgılanmasından sorumludurlar.
Özel Serum salgıları:Bağışıklık sistemini güçlü kılan pek çok serum faktörü salgılanmaktadır. İnterferon, İnterlökin 2 ve kompleman fraksiyonları gibi bileşenler, lökositler tarafından üretilirler. İnterferon T lenfositler tarafından, İnterlökinler makrofajlar ve T lenfositlerce üretilir. Kompleman fraksiyonları karaciğer ve dalak tarafından üretilir. Serum faktörleri lokösitleri ve savunma sistemini harekete geçirici önemli rollere sahiptirler.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ NASIL GÜÇLÜ KILABİLİRİZ:Güçlü bir bağışıklık sistemi organizma için , sağlıklı bir yaşam için zorunludur. Ancak bunu hemen bir günde başaracak sihirli bir formül yoktur. Yaşam tarzı, stresle başa çıkma, egzersiz, beslenme, besin destekleri, glandüler terapi, Nöralterapi, ozon tedavisi, detoks uygulamaları, kolohidroterapi ve manyetik alan tedavileri ve elektrosmog un elimine edilmesi v.s yöntemlerle bağışıklık sistemi güçlendirilebilinir.
Psikonöroimmünoloji: (PNİ) Duygusal durum, sinir sistemi ve bağışıklık sistemi arasında önemli bir ilişki vardır. Hayata karşı duruşumuz, ruh halimiz bağışıklık sistemimiz üzerinde, hormonal sistemimiz üzerinde önemli etkiye sahiptir.(1) 1-Vollhardt L.T. “Psychoneuroimmunology: A literature Review” Am J. Orthopsychiatry, 61, page 35-47 (1991)
Mutlu ve olumlu iken bağışıklık sitemimiz güçlü çalışır. Depresif ve stresliyken, bağışıklık sistemi, tiroid bezi, böbrek üstü bezi, adrenalin salınımı patolojiktir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi için sık sık gülmeli, olumlu düşünmeli ve stresten uzak durmalıyız. Sağlıklı bir sistem varsa, güçlü bir bağışıklık sistemi zaten vardır. Bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda ( kronik hastalıklara yatkınlık, sık enfeksiyona yakalanma, halsizlik, yorgunluk, aft ve mukozal alanlarda ülserlerin olması v.s…) :
Stres: Stres, adrenalin ve kortizon gibi böbreküstü bezinin hormonlarının fazla salınmasına neden olur. Bu hormonlar lökosit üremesini ve fonksiyonlarını olumsuz etkilerler. Timus üzerinde baskılayıcı etkileri vardır.Stres sempatik sinir sitemini uyarır . Sempatik sinir sistemi uyarılınca bağışıklık sistemini baskılar. Parasempatik sinir sistemi, dinlenme, rahatlama, uyku, rejenerasyon ve tamir (regülasyon) gibi bağışıklık sistemini destekleyici faliyetleri denetler. Bu denge sempatik sistem lehine bozulursa bağışıklık sistemi sürekli bir tahrik ve alarm durumunda duracağından yıpranır ve işlev zaafına uğrar. Bağışıklık sistemi güçlenmesinde uyku, dinlenme ve huzurlu bir hayat çok önemlidir.
Huzurlu ve bilinçli bir yaşam tarzı:Beslenme durumu çok önemlidir. Beslenme açısından ,bağışıklık sistemini baskılayan durumlar:
Bağışıklık sistemini destekleyenler:
GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ İÇİN NÖRALTERAPİ UYGULAMALARI :
[/vc_column_text][vc_column_text]
AŞİL TENDİNİTİ:
Tanım: Aşil tendonunun enfektif olmayan inflamasyonudur. Genellikle irritasyon yapan bir süreç vardır. Genç, sporcu erkeklerde daha sıktır.
Etiyoloji:
Bulgular:
TEDAVİ: İstirahat, Ardışık sıcak ve soğuk uygulamaları yapmak.Anti-inflamatuar ilaç, Topuk yükseltici destekler kullanmak.
NÖRALTERAPİ: Tendinit bir bağ dokusu hastalığı olduğundan öncelikle bağ dokusundaki yüklenmelerin azaltılması için Nöralterapi uygulanmalıdır. Hastanın varsa kabızlık ve barsak sorunları tedavi edilmelidir. Barsakta kandida yüklenmesi, toksinlerin bağ dokuda birikmesine neden olmaktadır. Bozucu alan mutlaka regüle edilmeli. Tek taraflı tendinitler ve artritler genellikle bozucu alan kaynaklıdırlar. Lokal ve segmental uygulama sonrası L2 pleksus regülasyonu ve veya kanalis sakralis uygulaması yapılmalıdır.Aşil tendon çevresine Lokal Nöralterapi uygulaması, segmental uygulama, alt ekstremite dolaşım protokolu ilk aşamada yapılacak tedavidir. Aynı segment içinde bozucu alanlar kinesyolojik olarak test edilmeli alınan cevaba göre tedavi planlanmalıdır. Tamamlayıcı tıpta hasta her geldiğinde yeniden değerlendirilmeli ve tedavi planlamasında gerekli değişiklikler yapılmalıdır.
OZON TEDAVİSİ: Hasta supin pozisyonunda iken, 10 cc lik enjektöre 15-20µgr/cc dozunda 10 cc ozon tendon çevresine her alan 1-2 cc olacak şekilde enjekte edilmelidir.
Majorotohemoterapi uygulaması tüm bağ doku hastalıklarında olduğu gibi aşil tendinitinde de kullanılabilir.
Torbalama Yöntemi: İnvazif girişim yapamadığımız vakalarda veya iğne fobisi olanlarda torbalama yöntemi önemli bir seçenektir. 50µgr/cc dozunda ozon 20 dakika ıslak cilde uygulandığında cilt yoluyla ozon tedavisi yapılmış olur.
Ağrı çekmeyen insan yoktur. Ağrı , insanı tehlikelerden koruyan bir uyarıcı ve savunma sistemidir. Bir karın ağrısı, patlamak üzere olan apandisitin işareti olabilir. Ya da elimizi yanlışlikla değdirdiğimiz sobanın cildimizde yarattığı acı olmasaydı, elimizi çekmezdik ve cildimiz yanardı. Bu ağrının iyi yüzü, ya kötü yüzü. İşte ondan kurtulmak isteriz. Ben size kurtulmak istediğimiz ağrılardan bahsedeceğim.
Kongre afişi Toplumda tüm tahlillere ve grafilere , NMR lara rağmen ağrı çeken ve doktorun:” senin hiçbir şeyin yok.” Ya da ” Ağrıların sebebi psikolojik ” deyip anti depressan verdiği hastalardansanız okumaya devam edin. Fibromyalji, Migren, Bel fıtığı, siyatik ağrısı, geçmeyen Baş ve boyun ağrıları, gibi genel tanımlamalarla birer ağrı kesici tüketicisi haline gelmiş hastalara en iyi çözüm NÖRALTERAPİ dir.
Mevlana çiçeği =Doğanın regülasyonu ve ahengiNöralterapi ile vücudu bir bütünsellik içinde ele alıp, zaman ilişkisini iyi değerlendirip, geçirilen travmalar, ameliyatlar ve bozucu alan olacak tüm unsurlar dikkate alınarak bir tedavi potokolü belirlenir. Segmental yaklaşım ve o bölgenin sempatik ganglion ve inervasyon ilişkisi hesaba katılarak uygulanan tedavi sonucu fayda görmeyen hastam % 10 dan azdır. Bunlar da doku hasarı olmuş veya cerrahi endikasyon kapsamına girmiş vakalardı.
Omuz Eklemi Anatomisi Fibromyalji, facet eklem sorunları, Bel ağrıları, Omuz ağrıları, Uyuşma ve karıncalanma tarzı nörojenik sorunlarda ,Eklem ve kas ağrılarında ve Migren gibi vasküler kaynaklı ağrılarda, Trigeminal Nevralji gibi oldukça zorlu vakalarda Nöralterapi yi Türk hekimlerine ve hastalarına tavsiye ediyorum.
Hekimler için tavsiyem Dr.Hüseyin Nazlıkul un ve Bilimsel Nöralterapi Derneğinin eğitimlerine katılsınlar.
Ağrı, travmaya veya patolojiye maruz kalan organımızdaki reseptörlerce (almaç) medullaspinalise (omurilik) taşınan bir duygudur. Bu duygu üst merkezlerimizde (omurilik ve beyin) belirli süzgeçlerden geçtikten sonra, perifere ,olayın başladığı noktaya gider ve vücut buna bir cevap oluşturur. Bu olay bir defa oluşuyorsa ve vücut buna uygun bir cevap veriyorsa herşey yolunda demektir. Ancak bu sürekli orada duran bir duygu ise ve hayatımızı etkiliyorsa müdahale edilmesi gereken bir kronik durum haline geldiyse, sorunun çözülmesi gerekir.
Ağrı çeken kişi hekime başvurur ve yapılan tetkiklerin sonucu normal çıkarsa, başvurduğu hekim, “senin bir sorunun yok “ der. Ama Nöralterapi bilen bir hekime başvurursa hekim “ Evet senin bir sorunun var ama çözümü zor değil”der ve genellikle sorunu çözer. Çünkü hastada oluşan durum dokunun henüz bozulmadığı bir disfonksiyondur. Disfonksiyonlar regülasyon tedavileriyle rahatlıkla çözülmektedirler. ( Bakınız: Barnat sayı 2 sayfa 8, Dr Hüseyin Nazlıkul)
Diz ağrısı olan bir hastanın, ağrılarının önemli bir kısmı dizden kaynaklanmaz. Ama bir ortopedist olarak sadece dize odaklanarak olaya bakmaya alışmışızdır. Dizin ortopedik muayenesini ve radyolojik incelemesini yaptıktan sonra eğer bir patoloji saptamadıysak, burada Nöralterapi devreye girer. Çürük bir dişi var mı ? ( özellikle 13,23,33,43 nolu dişler) 23 nolu diş problemi olan hastaBir ameliyat skarı varmı? ( Bozucu alan olarak sistemin iletim ağını zedelemektedir.) Omurilik ve batın bölgesinde herhangi bir patoloji ve travma ve bunların diz sorunuyla zamansal ilişkisi dikkate alınır.
Sonra Nöralterapi tedavi protolu oluşturulur. Burada ana ilke Lokal-segmental- ganglion- Bozucu alan şeklinde bir yaklaşımla tedavi uygulanır.
Tüm bunlara rağmen başarılı olamadıysak, tekrar başa dönüp hastamızı yeniden değerlendirmek ve arada atladığımız durumları mutlaka titizlikle değerlendirmek gerekir.Bu vakalarda Nöralterapinin, başarı oranının %80-%90 lar civarında olduğunu söyleyebilirim.
Kalça problemleri hekim ve hasta açısından, önemli ortopedik sorunların en başında yer alır. Genellikle ortopedik ve klasik fizik tedavi yöntemleri ile problem çözülemiyorsa o zaman hasta açısından farklı bir boyut başlar. Hastane hastane dolaşan ve önerilen ameliyatların sorunu çözüp çözmeyeceği endişesinin hakim olduğu bir dönemdir.
İş hayatı ve sosyal yaşantı kalitesi bozulur. Nöralterapi uygulayan hekimler ve bu hekimlerle karşılaşabilen hastalar bu konuda şanslıdırlar. Nöralterapi atlanmaması gereken, önemli, bilimsel bir çözüm olabilir.
Kalça Ağrısının Sebepleri: (3) Kalça eklemi ve siyatik sinir komşuluğu
1-Kranio-kaudal sendrom
2-Dorsovertebral Blok
3-Lumbosakral Blokaj
4-Muskuler Disfonksiyonlar
Kalçada oluşan bir disfonksiyon ve sertleşme, Lumbosakral bölgedeki bir pozisyon bozukluğundan, İskium ve pubis kemiğinden veya genital ve jinekolojik organlardaki bir bozucu alandan kaynaklanabilir.(3)
Ricker e göre mekanik, termal, kimyasal, toksik uyaranlar hücrede patolojik tesirler yaratarak Nörovegetatif sistem üzerinde olumsuz etki yaratırlar bu da organda blokaja neden olur. (1) Hastada semptomlar ortaya çıkar. Biz NVS i regüle ederek bu olumsuz uyaranların neden olduğu semptomları tedavi edebiliriz.(2)
Regülasyon tedavisinde, organda anatomik değişiklik oluştuysa hemen olumlu cevap aramak doğru olmaz. Ancak olumsuz uyaran bertaraf edilince organizmanın tamir cevabı zamanla anatomik ve mekanik düzelmelere de neden olur elbette.
Yani Nöralterapi ile sistemi tedavi ediyoruz. Regüle olan bir sistem sağlık demektir.
Tedavi:
Kalça bölgesine lokal tedavi (1)
Segmental tedavi,
Lumbal pleksus uyarılması
Bozucu alan araştırılması
Ayrıca Mikrosistem ve Akupunktur yaklaşımı ile Yamamoto, kulak akupunktur ve ağız akupunktur muayenesi (4) yapılarak tedavi protokolunu geniş tutmak başarıyı arttıracaktır.
Ayrıca bu tedavi protokolune ek olarak i.v 1 cc %1 lik prokain uygulamak uygun olur.
Not: Buradaki kalça ağrıları artroz gelişmemiş, sorunun disfonksiyon düzeyinde olduğu vakalardır. Eğer artroz geliştiyse mutlaka detox hesaba katılmalıdır.
Hormonal aksın uyarılması alt ekstremite sorunlarında sanıldığından daha fazla yarar sağlamaktadır.
Kolonhidroterapi uygulamaları dokuda detoxifikasyon sağladığından, artrozlarda önerilmektedir.
Kaynaklar:
1- Lorenz Fischer, Neuraltherapie nach Huneke, page 24, Hipokrates Verlag, 2001, Stuttgart
2- Hüseyin Nazlıkul, Akupunktur Tamamlayıcı Tıp, Sayfa 320, Nobel Tıp Kitabevleri, 2002, İstanbul
3- Hüseyin Nazlıkul, Barnat , Sayı 2, Sayfa 8, Ekbil Matbaacılık, 2007, İstanbul
4- Jochen M. Gleditsch, MAPS MikroAkuPunktSysteme, page 137,Hipokreates Verlag, 2002, Marburg
Şişmanlık (obesite) toplumun önemli bir sorunudur. Fazla kilolar estetik görünümün ötesinde sağlığımızı tehdit eden önemli bir sağlık sorunudur. Ekonomik düzeyleri yüksek modern batı toplumlarında kilo sorunular nüfusun önemli bir kesimini oluşturduğundan bu konuya büyük ölçeklerde parasal kaynaklar ayrılmakta önemli araştırmalar yapılmaktadır. Piyasaya metabolizmayı hızlandıran ilaçlar sürülmekte ve kısa süre sonra da bunların daha ciddi yan etkileri görüldüğünden ilaçlar toplatılmaktadır.
Yapılan tüm araştırmalarda eğer şişmanlığın sebebi genetik bir sorun değilse, metabolik bozukluk, metabolik tembellik, yanlış beslenme ve sedanter yaşam gibi ana sorunlarla karşı karşıya kalmaktayız. Aldığımız enerji ile yaktığımız enerji orantısı bozuksa şişmanlıktan kurtulmamızın mümkün olmadığı görülmektedir.
Vücudumuz, dolaşım sistemi, sindirim sistemi, sinir sistemi, bağışıklık sistemi, Nörovegetatif sistem..v.s sistemler bütünüdür. Bu sistemler arasındaki denge bozulursa sağlığımız bozulur. Bu sistemlerde bozukluk yaratan blokajlar, bozucu alanlar metabolizmayı yavaşlatır. Biriken toksin yükünü atamayan ve birikime neden olan lenfatik sistem bu sorunun orta yerinde durmaktadır.
Sempatik sistemimiz gündüz çalışan, yaşamsal fonksiyonu olan organlarımızı yöneten bir sistemdir. Sempatik sistem çalışma ritmi dengeli olan insan kilo almaz. Parasempatik sistemimiz daha çok gece ve istirahat halinde fonksiyonlarımızı yöneten ve gündüz yıpranmış olan sistemimizi tamir eden sistemdir.
Bu iki sisteme etki eden hormonal sistemimiz ve vücut fonksiyonları için faliyet gösteren salgılar, kilo sorunlarında çok önemlidir.
Sindirim sistemimizin tüm sempatik fonksiyonları çölyak gangliyonun ( sindirim organlarını yöneten ana trafo) yönetimi altındadır. Bu gangliyonun sinir ağında bir blokaja neden olan her hangi bir bozucu alan kilo almanın sebebi olabilir. Bizim bu segmente yapacağımız bir Nöralterapi protokolu kilo sorununu hayret verici şekilde çözebilir. Aslında bilimde hayret olmaz, tüm Nöraterapi uzmanları bunu bilir; fakat hayret edilen organizmanın blokajları kaldırılınca ulaşılan sonuçtur.
Kalın barsak biz doktorların kolon dediği önemli bir organımızdır. Kolon tıp camiasında olduğu gibi halk tarafından da ihmal edilen bir organdır. Ancak kalın barsağımızın 400 m2 alana sahip olduğunu biliyor muydunuz? Erişkin bir insanın derisi 2 m2, akciğerleri 100 m2 alan kaplar. Ancak kalınbarsak 400 m2 dir. Kolonun bağışıklık sistemimizin en önemli organı olduğunu, mutluluğumuzu bile sağlıklı bir kolona borçlu olduğumuzu kaç kişi biliyor? Mutluluk ilacı olan ve hemen hemen tüm depresyonla ilgili ilaçlarla ilişkisi olan serotonin in sadece %20 si beyin dokusundan salgılanmaktadır. %80 i kolondan salgılanıyor. Bu nedenle kalın barsağa duygusal beyin deniliyor.
Sağlıklı çalışmayan bir kalın barsak, yani kabız veya ishal olan bir kolon tüm vücut fonksiyonlarımızı etkiler. Vücudun kanalizasyonu olduğundan, kanalizasyon çalışmıyorsa vücutta asidite artacak ve kemik erimesi kaçınılmaz son olacaktır. Kanlanması çok iyi olduğundan barsaktaki her sorun vücuda bir tepki yaratacaktır. Kronik kabızlık kansere bile neden olur. 1952 İki Nobel sahibi bilim adamı Dr. Otto Warburg, kendisine Nobel ödülü kazandıran bilimsel çalışmasından elde ettiği sonuçları açıkladığında, kanserin temel nedeni olarak oksijensiz yaşamı gösteriyor. Dr. Warburg’a göre, vücuttaki onkojenler stres, kirlilik, radyasyon yanında oksijensizlik gibi faktörlerle de birleşerek kanseri başlatabiliyor.
Hücresel oksijen yetersizliği, kansere yol açtığı düşünülen önemli bir faktör. Dr. Warburg, o zaman şöyle bir ifade kullanmıştı:’ Kanserin tek ve nihai nedeni oksijensiz yaşamdır.Yani ‘anaerobiosis’ tir. Yani sağlıklı çalışmayan bir kolon vücuda oksijenden fakir ve toksik bir miliue (temel madde- Matrix) oluşumuna neden olur. Bu da kanserin oluştuğu zemindir. ( Ozon vücutta en mükemmel oksijenizasyonu sağlayan bir tıbbi ajandır.)
Alerjilerin en önemli sebebi kabızlıktır. Alerjinin çok az bir kısmı ciltle alakalıdır. Vücuttan atılmayan toksinler elbette en sonunda ciltte reaksiyonlara neden olacaktır. Ama asıl sorun iyi çalışmayan sistemdir. Siz sistemi çalışır hale getirmeden cildinizdeki lezyona, istediğiniz kadar pahalı kremler sürün sonuç değişmez.
Organizmanın dengeye kavuşturulması, detoksifikasyonu için Nöralterapi uygulanması gereken en önemli tıbbi girişimdir. Lokal ve segmental nöralterapi yaklaşımı sonrası, gangliyonların özellikle batın için Çölyak ganglionun detoksifikasyon çok önemlidir. Yine sistemik etki için %1 prokain infüzyonu çok önemlidir.
Sonuç: Vücutta hiçbirşey birbirinden bağımsız değildir. Aynı evrende olduğu gibi. Kabız olan hastasının kabızlığını tedavi etmeyip bu benim işim değil diyen hiç bir kemik hastalıkları uzmanı, fizik tedavici, ağrı uzmanı zaten olamaz. Sağlıklı günler dilerim.
Sitemizde mevcut yazılar,resimler ve konular ön bilgilendirmeden ibarettir. Sitemiz bilgiler hiçbir şekilde hastalıkların tanı ve tedavilerinde kullanılmamalıdır. Site içeriğinin, tanı ve tedavi amacıyla kullanımından doğacak tüm sorumluluk ve sonuçları kullanıcıya aittir. Daha detaylı ve size özel bilgi almak için doktorumuzdan randevu almanız gerekmektedir.
Op. Dr. Hasan Doğan Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı 2025 © Tüm Hakları Saklıdır